Dünyanın ilk yüzer sergisinin Türkiye’ye ait olduğunu biliyor muydunuz?

Dünyanın ilk yüzer sergisinin Türkiye’ye ait olduğunu biliyor muydunuz?

Hürriyet Gazetesi Yazarı Tayfun Timoçin, bugünkü köşe yazısında Dünyanın ilk yüzer sergisi olan Karadeniz Gemisi'nin hikayesini satırlarına taşıdı.

adscode

Tayfun Timoçin'in yazısı şu şekilde:

Dünyanın ilk yüzer sergisinin Türkiye’ye ait olduğunu, üstelik bu fikrin Atatürk’e ait olduğunu biliyor muyuz? Bilmeliyiz.

Denizden faydalanmak konusunda ülkemiz pek başarılı ve etkin değil. Bereket versin uluslararası politik platform bazen fazla zorlayıcı olabiliyor da hiç olmazsa Doğu Akdeniz’de petrol, gaz vs. arayan gemilerimiz oldu. Çocukluğumda ve ilk gençliğimde var olan “posta” gemileri artık yoklar ama. Mesela İstanbul’da gemiye binip İzmir’de inemiyorsun, veya Mudanya’dan binip Çanakkale’ye gidemiyorsun. Ben o gemileri gördüğüme ve hatta bindiğime göre, demek son 30 yılda olmuş neler olduysa. Sahip çıkılmamış, kimsesiz bırakılmış bir alandır bu. Oysa her yıl kutlanan 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramımız var. Yağlı kazığa tırmanmak değildir kabotaj.Oysa yakın tarihimizde pek çok önemli “gemi” vardır. Nusrat Çanakkale’yi mühürlemiştir mesela. Kurtuluş Savaşı’nın direniş hareketini örgütleyen “Samsun’a çıkış”, Bandırma Vapuru ile olmadı mı? İşte pek azımızın bildiği, ya da diyelim “hatırladığı”, yeni nesle öğretilmeyen bir başka mücadelenin kahramanı da bir gemidir. Karadeniz Vapuru. Bakın anlatayım.

TİCARETİN BAŞLAMASI GEREK!

Bandırma Vapuru, Mustafa Kemal’i Samsun’a çıkarttıktan sadece 6 yıl sonra, 1925’te, Türkiye Cumhuriyeti taptaze bir devlettir. Asırların kültürel mirasını (ve borcunu) omuzlamış, ezik kullar devrini kapatıp özgür bireyler devrini başlatmıştır. Ama sadece 2 yaşında olan Cumhuriyet’in dünyaya tanıtılması, ticari olarak etkinliğin başlatılması, dünya ülkeleri ile alışverişe başlanması gerekmektedir de nasıl olacaktır bu işler? Şunun şurasında sadece 3 yıl önce savaştığımız toplumlara (hesapta Yunan ordusu ile savaştık ama alem biliyorki arkasında koca Avrupa kıtası vardı komşunun) nasıl mal satacaktık, ne satacaktık, hakkımızda ne biliyorlardı da ne alacaklardı bizden?  Daha ne Sümerbank var, ne Merinos, ne Etibank…

ATATÜRK’ÜN FİKRİ

Türkiye, Doğu’nun kara kuru bir ülkesi idi. Ne üretiyordu ki? Nesi vardı ki satacak? Ticaret yapabilecek Batı ülkeleri böyle bakıyordu bize ve aslında çok da haksız sayılmazlardı. Bilmedikleri, onları cephede mağlup eden Mustafa Kemal’in, sadece askerî değil her anlamda dehaya sahip olduğuydu. Kafasını avuçlarının içine alıp kara kara düşünen bakanlar, milletvekilleri bir anda yine Ata’nın ışığıyla başka bir boyuta geçtiler. Bir gemi bulunacak, iyice düzenlenecek, Türkiye’de ne varsa bu gemide güzel bir şekilde sergilenecek ve liman liman gezip genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıtacaktı. Önce biraz mırın kırın edenler oldu ama fikir derhal benimsendi. O zamanlar dünyada “gezen müze” ya da “gezen fuar” kavramları da anlayışları da yoktu. Bu düşünceyi de başlatan Atatürk olmuştur yani.

YENİDEN DÜZENLENEN GEMİ

Güzel ve etkin bir ekip oluşturuldu hemen. Seyr-i Sefain İdaresi’nin güzel gemilerinden biri olan Karadeniz ayarlandı, Haliç’te tersaneye çekildi ve Türk mimarlarının gemi içi tasarımıyla gemi kısa sürede yüzen bir fuar alanına dönüştürüldü. Her zemin halıyla kaplandı, sergi salonları oluşturuldu, yepyeni ışıklandırmalar yapıldı; Türk mutfağının seçkin ürünlerinin sunulacağı yemek salonu, her limanda verilecek baloların gerçekleşeceği balo salonu ve daha nice güzellikler eklendi gemiye. 

Bir ekip de güzel bir logo yapmaya koyuldu; yapıldı da. Çapraz iki çapa, Ay-Yıldız, Karadeniz Gemisi ve kanatlı sandaletleri ile dikkat çeken Yunan mitolojisinin haber ve ticaret tanrısı Hermes vardır. Hermes elinde asa yerine Seyr-i Sefain amblemi taşımaktadır. (Geçen yıl Troya’yı dünyaya tanıtmak üzere Antik Yunan kıyafeti giyen diplomatımızın başına gelenleri hatırladım bir an nedense.) Bu logo geminin tüm belgelerine ve menülere işlenir elbette. Üzerinde eski yazı vardır doğal olarak çünkü harf devrimine de daha 2 yıl vardır. (1 Kasım 1928)

GEMİDE NELER VAR

İstiklal Marşı’mızın bestecisi Zeki Bey (Üngör)’ün şefliğinde 47 kişilik Riyaset-i Cumhur (Cumhurbaşkanlığı) Senfoni Orkestrası da gemidedir. Dönemin entelektüelleri, kadın-erkek Türkiye’yi temsil etmek için seçkin kadroya alınmışlardır. Peki neler sergilenmektedir, son yirmi yılını aralıksız savaşla geçirmiş bir milletin ürünü olarak?Tütün, deri, palamut, afyon, ipek ve koza, kereste, fındık, tiftik (Ankara’nın tiftik keçisi önce canlı sergilenmek istenir ama riskleri düşününce birkaç doldurulmuş tiftik keçisi ayarlanır), Türk el sanatlarının güzel örnekleri, halılar, oyalar, el işleri, örgüler, çok özel Kütahya çinileri, Beykoz Kundura Fabrikası’nın ürünü ayakkabılar, Türk lokumu, değerli taşlarla süslenmiş el yapımı çeşmibülbül, laledan, gülabdan gibi cam ürünleri…

ATATÜRK GEMİDE

Gemi, 12 Haziran 1926 günü İstanbul Tophane rıhtımından törenle hareket eder. O sırada Gazi Mustafa Kemal (henüz Atatürk soyadı yoktur ve 8 yıl daha olmayacaktır) Bursa’dadır, bu nedenle gemi Mudanya’ya gelir. Atatürk 13 Haziran’da gemiye çıkar, her şeyi teftiş eder, ekiple birlikte oturup öğle yemeği yer ve yine gemiyle birlikte Bandırma’ya kadar gider. Bandırma’da yine aynı gün, 13 Haziran’da gemiden ayrılırken geminin hatıra defterine, “Sergi başarıya ulaşmış bir eserdir. Bende gayet iyi izlenimler bıraktı. Sunuş tarzı çok iyidir. Hazırlayıcıları takdir ve tebrik ederim” yazar. 

CEZAYİR’DE DOĞULU TEPKİ

İlk liman Barselona olacaktır ama kömür almak için planda olmayan Cezayir’in Bona (bugünkü Annaba) limanına uğranır. Geminin Türkiye’den geldiğini öğrenen Cezayirliler, kendilerine benzer insanlar göremeyince biraz bozulurlar ama hayranlıkları da yüzlerinden okunmaktadır. Hatta şaşırırlar, “Bizim yapamadığımız şeyi bunlar nasıl yapmış” diye. Gemi yolcularından (ekipten) sanat tarihçisi Celal Esat (Arseven) Bey, o günü günlüğüne şöyle yansıtır: “Sandalların içinde beyaz bornozlu, kırmızı fesli, şalvarlı, harmaniyeli birçok kişi Karadeniz Vapuru’nu saatlerce tavaf etti. Etrafımızı saran genç, ihtiyar, çoluk, çocuk bütün halkın gözü hep, grubumuzdaki yüzü açık, kısa saçlı, modern giyimli Türk hanımlarına saplanıp kalmıştı. ‘Siz Müslüman mısınız?’ diye soruyorlardı. Yarı hayret ve nefret ile temaşaya dalmışlardı. Onlar bize, biz onlara acıyarak bakıyorduk.”

ÖZÜRLE GELEN HAYRANLIK

Fakat Avrupa limanlarında da başak bir şaşkınlık vardır. “Nasıl yani? Bunlar Doğu’dan gelen insanlar. Nasıl olur da bizden bile şık ve hoş görünürler?” gibi bir halleri vardır ama gemiye akın akın koşup hayranlıkla ayrılırlar. Konuştukları Türk kadınlarına, “Sizi daha önce çok başka şekilde düşündüğümüz için şaşkınlık içindeyiz ve bunun için sizden özür dileriz” derler.

VE SONUÇ

Gemi, 12 Haziran 1926’da ayrıldığı İstanbul’a 5 Eylül 1926’da döner. İskandinavya’ya kadar uzanan rotada 16 farklı liman ziyaret edilir. Geminin kaptanı, daha önce Gülcemal vapurunun kaptanı olan genç ama çok becerikli, Topuz lakaplı Lütfi Kaptan’dır. Zeki Üngör, Celal Esat (Arseven), Celal Bey’in kızı Bedia Hanım, kadın milletvekili Mebrure (Gönenç) Hanım, Anadolu Ajansı temsilcisi olarak Şair Kemalettin (Kamu) Bey, çok iyi tanıdığımız şair Orhan Veli’nin babası, müzisyen Veli (Kanık) Bey’in de aralarında bulunduğu toplam 285 kişiden oluşan ekip, muhteşem bir iş başarmış, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece ürünlerini değil, çağdaş, yüzünü de dünyaya tanıtmıştır. Bu operasyonun ardından Türkiye ihracata başlar. Turizm de böyleca şenlenir. Çünkü Batı’da, “Türkiye sandığımız gibi bir yer değilmiş” imajı oluşturulmuştur!Karadeniz Gemisi, tek bacalı, 4.765 gros ton ağırlığında, 120 metre boyunda, 14 metre enindeydi, saatte 12 mil hız yapabiliyordu. 86 gün 22 saat süren yolculuğu boyunca, 2.778 ton kömür, 971 ton su kullandı ve 10 bin mil yol aldı. 

MUTLU BAYRAMLAR

İşte böyle sevgili dostlar. Bir bayram gününde, Atatürk’ümüzü, onun dehasını, ona eşlik eden muhteşem aydın kadroyu anmış olduk. Bu tarihi gerçeği bilenlerimiz elbette vardır, ayrıca yer darlığı nedeniyle buraya almadığım birçok başka detayı bilenlerimiz de mutlaka vardır ama genel olarak güzel şeyleri de, kötüleri olduğu kadar kolay unutma eğiliminde olduğumuz için, en azından yeni neslin hayrına, konuyu ele almanın iyi olacağını düşündüm. Umarım keyif ve benim gibi hayranlıkla okumuşsunuzdur. Bu vesileyle herkese bir kez daha mutlu bayramlar dilerim. 

GEMİNİN ROTASI

12 Haziran 1926 İstanbul

12 Haziran 1926 İstanbul

17 Haziran Bona

20 Haziran Barselona

2 Temmuz Le Havre

4 Temmuz Londra

11 Temmuz Amsterdam

16 Temmuz Hamburg

21 Temmuz Stockholm

25 Temmuz Helsinki

29 Temmuz Leningrad

1 Ağustos Danzig

3 Ağustos Gyndia

5 Ağustos Kopenhag

10 Ağustos Anvers

21 Ağustos Marsilya

24 Ağustos Cenova

27 Ağustos Napoli

5 Eylül İstanbul