1 Mart 1958 – Üsküdar Vapuru Faciası

1 Mart 1958 – Üsküdar Vapuru Faciası

Cumartesi günleri yarım gün de olsa okula gitmeyi sevmiyordum. Neyse ki felsefe dersi son dersti.
Sanırım derse karşı pek alakam olmadığından, sıramdan dışarısını izliyordum. Hava aslında sıcaktı
sabah evden çıktığımda. Zaten kaç gündür kıbleden esen rüzgâr yüzünden hava güzel gidiyordu. Ama
şimdi fazla olmasa da bulutlar yer yer gökyüzünü kaplamıştı. Sanırım güneşin bulutların arkasında
kaldığından olacak hafif bir grilik hakimdi etrafa. Öğretmenimin “Tarihten hiçbir şey
öğrenilemeyeceğini, tarihten öğreniriz.” sözünü söylediğini ve dersi bitirdiğini hatırlıyorum. Her
birimize güzel bir hafta sonu geçirmemizi diliyordu kapının yanında sınıftan çıkışımızı beklerken.
Sınıf arkadaşlarımla merdivenden koşar adım iniyorduk. Okulun bahçesinden diğer öğrencilerin uzak
uğultusunu duyabiliyordum. Herkes bayrak töreni için toplanıyordu. Merdivenin son iki basamağına
geldiğimde hızlıca zıpladım. İçimde tarif edemeyeceğim bir rahatlık vardı. Bir hafta daha bitmişti
okulda. Birkaç ay sonra mezun olabilecektim teknik liseden ama şimdi tek isteğim bir an önce eve
gitmekti.
Bahçeye çıktığımda havanın soğuduğunu hissettim. Sabahki sıcaklık yoktu artık. Kabanım da çok kalın
değildi aslında. Sıcaklar başladı diye sevinmiştim, bir şekilde tüm kışı idare ederek bitirdim dediydim
iki gün önce. Babamdan bu kış için yenisini istemiştim ama olmadı. Tüm aile, mezun olup çalışmaya
başlayacağım günü bekliyordu. Eve katkıda bulunacaktım artık ama ilk işim yeni bir kaban almak
olacaktı.
Müdür muavininin herkesin düzgün şekilde sıra oluşturmasını bağırması üstüne sıraya geçmeye
başladık. İp gibiydi sıramız. Müzik öğretmenimiz herkesin düzgün bir sıra oluşturduğuna kanaat
getirdiğinde önce ses verdi ve hep bir ağızdan İstiklal Marşını okumaya başladık.

“….
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!”

Okulun hafta sonu tatiline girmesinden değildi. Her seferinde İstiklal Marşı’nı gür bir şekilde
okuyorduk. “Aferin. İyi tatiller çocuklar” diyerek bayrak töreninin bittiğini söyledi okul müdürümüz.
Karamürsel’de oturuyordum. Okulun yarısına yakını da karşıda oturuyordu. Karşı sahildeki
beldelerden geliyorlardı onlar da. Kavaklı, Gölcük, Değirmendere, Halıdere, Ulaşlı, Ereğli’den.
Rahmetli dedemden kalma Zenith marka saatime baktım. Hayatımdaki en değerli şeydi sanırım. 12.30
vapuruyla karşıya geçecektik ve 15 dakikamız vardı yoksa bir sonraki sefer 14.30. Bu soğukta aylak
aylak dolaşmak da istemiyordum. Zaten cebimde fazla para da yok. Geç kalmamalıydım yani.
Arkadaşlarımla grup halinde iskeleye doğru kah hızlı yürüyor kah koşturuyorduk. İskelede çoğunluğu
öğrenci olan yolcular itiş kakış vapura binmeye çalışıyorlardı. Arkamdan beni iten öğrenciler de vardı.
Boşuna demiyorlardı on iki otuz vapuruna öğrenci vapuru diye. Hafif bir rüzgâr geçti saçlarımın
arasından, ellerim çok üşümüştü. Hafif bir ürperti hissettim yalan değil. Vapurun sancak tarafındaki
dış kısımdaki kanepelerde denizi seyrederim diye düşünmüştüm ama ayakta vapurun kalkmasını
bekliyordum artık. İkinci mevki salonu hınca hınç doluydu. Dalgalardan serpinti geliyordu. İnsanlar
kapalı salonlara kaçışmıştı.
Lodos vardı. Denizin bozacağını anlamıştı sanırım kaptan. Fırtına kopmak üzereydi artık. Yedi-sekiz
dakika önceden iskeleye uzatılan küçük iskele çekilmişti. Hala iskelede bekleyenler ve iskeleye doğru
gelenler de vardı. Lodos fırtınası öylesine kuvvetli esmeye başlamıştı ki, neredeyse vapurun halatlarını
koparacaktı. Halatlar çözülürken gemiye son anda atlayanlar da vardı kendilerini şanslı görerek.

Buharlı 72 numara Üsküdar Vapuru erken kalkmıştı çuf çuf diye duyulan sesle ama geride halatları
iskeleden çözmek için inen gemicisini bile bırakmıştı. Sanırım kaptan anlamıştı kötü bir fırtınanın
geldiğini ve denizin daha kötü patlayacağını. Bir an önce dalgalarla iskelede bağlı kalmak yerine
denizde dövüşmeye karar vermişti sanırım.
Soğucak mevkiinde birden şiddetlenen lodosa karşı koymaya çalışıyordu vapur. Hava aniden gece gibi
simsiyah kesilmişti. Denizin üstünde kapkara bulutlar vardı. Camlara kadar ulaşan dalgalar yüzünden
etraf görülmüyordu. Herkes sıkı sıkıya bir yerlere tutunmuştu. Fırtına patlamıştı artık ama öyle bir
fırtına ki, tufan gibi. Genç de olsam ömrüm boyunca böylesini görmemiştim, işitmemiştim. Yerde ne
varsa havada, havada ne varsa yerde gibiydi. Deniz kaynıyor, dalgalar vapurun bordasını dövüyordu.
Yolcular ölüm korkusu içinde can yeleklerini bulmaya çalışıyorlardı. Herkesi bir telaş hali almıştı. Çığlık
atanlar vardı, ağlayanlar, korktuğunu haykıranlar. Biletçi Kâmil “korkmayın bir şey olmaz yavaş yavaş
gideceğiz böyle” diye bağırıyordu ve birden alt katın camları patladı. Dayanamamıştı dalgalara artık.
Korku sarmıştı artık dört bir yanı. Köprü üstünde kaptan elinden geleni yapıyordu aslında. Serdümen
dümene dört elle sarılmış kaptanla beraber dalgaları omuzluktan almak için manevraya çalışıyordu
ama dümen dinlemiyordu artık. Makinanın gücüde fırtınaya karşı koyamıyordu. Vapur olduğu yerde
bir sancak bir iskele yalpalayarak başıboş bir şekilde drift yapıyordu.
Vapurun bordası artık dalgalara doğru dönmüştü. Dalgalar vapurun bordasına çullanmaktaydı ve artık
yenilgiyi kabul eder gibi iskele tarafa doğru trimlenmişti. Köprü üstünden bir çığlık gibi çan sesi
geliyorken bir anlık sessizlik oldu. Zaman durdu. O bir saniyelik sessizlikte köprü üstü yerinden kopup
denize uçmuştu içindeki kaptan ve serdümeniyle. Dümen zincirinin kopması neticesinde
kontrolden çıkmıştı artık yaşlı Üsküdar Vapuru. Koca koca 57 yıl dövüşmüştü bu dalgalarla. 1901
yılında Almanya’da inşa edilmişti ve feribot olarak Bremen’de çalışmıştı. Aslında Birinci Cihan Harbi
öncesinde yeni inşa olarak sipariş verilmişti ama harp yüzünden teslim edilemeyince 1927’de bize
teslim öncesinde yenilenmişti yolcu salonları. Bize yalan söylemişlerdi kızak tarihi hakkında.
Yorgundu, bitkindi ve şu an artık dalgalarla savaşacak takati bulamıyordu kendinde. Kabul etmişti
yenilgisini. Yan yatan bordasına vuran dalgalar önce makine dairesini su ile doldurmaya başlamıştı.
İkinci mevki salonlarının camlarının içinden giren sular dehşete kapılmış yolcuların üstüne
boşalıyordu. Yolcu salonunun sürgülü bir kapısı vardı sağa sola doğru hareket eden. Kapalıydı. Suların
gücüyle açıldı. Birden oradan da içeri su dolmaya başladı. İskeleden hareketinin üstünden 26 dakika
geçmişti ki, Üsküdar Vapuru dolan suların etkisiyle şiddetle iskeleye doğru devrildi. Üç dakika
içinde alabora olup saatim 12.53’ü gösterirken, İzmit’in üç buçuk kilometre ilerisinde Petrol Ofisi ile
Klor Fabrikası arasında battı.
Denize düşen, atlayan insanlar kıyameti yaşıyor, can yeleklerini bulamayanlar su üstünde kalmaya
çalışıyorlardı. Can yeleklerini bulanlardan da yanlış kullananlar da vardı. Bu yolcuların başını suya
doğru sokuyordu. Herkes soğuk dalgalar altında eziliyordu. Canhıraş feryatlar, fırtınanın uğultusuna
karışıyordu. Herkes bir şekilde su üstünde durmaya çabalıyordu. On beş kulaç derinliğe oturmuştu
vapur ve hala yolcu salonlarından çıkmaya çalışan insanlar vardı. Pes etmiyorlardı. Ciğerleri
parçalanırcasına nefeslerini tutmaya çalışıyorlardı ama güçsüz düşenler çoktan Türk deniz tarihine
adlarını deniz şehidi olarak kazımışlardı.
Masmavi dünya kapkaranlık olmuştu yolcular için. Denizin üstünde buldukları yüzen ne varsa
tutunmaya çalışıyorlardı. Soğuktan kendinden geçenler uzaktan bir veda bakışı atarak kendilerini
sessizliğin derin mezarlığına doğru ebedi bir yolculuğa bırakıyorlardı…
Mesleğine 30 yıl vermiş Mehmet Kaptan’ın cesedi Arar Gemisi’nin beşinci defa deniz dibine attığı ağla
13 Mart 1958 günü çıkarılmıştır. Saatim 13.21’i gösteriyordu. Kaptanın naaşı, Arar Gemisi’ne
çıkarıldığı sırada geminin bayrağı yarıya kadar indirilmişti. Arar Gemisi’nin kaptanı üç acı düdükle
meslektaşını selamlamıştı.

Mehmet Kaptan’ın üniformasındaki sarı düğmeler bile ilikliydi. İç cebinden çıkan defterinin arasında
bulunan bir kâğıt parçasında şu satırlar zorlukla okunmaktaydı.
“Esselâmün Aleyküm Ey Ulu Derya
Sana selam eyledi Nuh ile Yahya
Sen bir ulu deryasın
Senden uludur Mevlâ”
Peki bana ne mi oldu? Hayallerim vardı. Önümüzdeki kış için kaban alacaktım…
Tüm Deniz Şehitlerimizin Ruhları Şad Olsun.