Deniz Yetki Sahaları; Güçlü Olmak mı, Haklı Olmak mı?

Deniz Yetki Sahaları; Güçlü Olmak mı, Haklı Olmak mı?

22 Kasım 2020 tarihinde aziz bayrağımızı dalgalandıran bir Türk ticaret gemimize yapılan sözde hukuki görünümlü fakat tamamen hukuksuzluk barındıran bir tavırla karşılaşmanın üzüntüsünü yaşadık.

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de “Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz spor kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü: Toprakların ucu deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer.’’ sözünden de anlaşılacağı gibi gerek askeri gerekse sivil denizciliğine ait gemilerimizin uluslararası denizcilikte sancak varlık göstermesi Türk halkının hudut çizilemeyecek kudret ve yeteneği ile hareket etmesi sonucudur.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; kuruluş felsefesinin mimarı Büyük Önder Atatürk’ün milliyetçi doktrinleri ile bezendiğinden, kuruluşundan itibaren denizcilik ile ilgili hassasiyet göstermiştir.

Bahse konu üzücü olay; 22 Kasım 2020 tarihi sabah saatlerinde, Avrupa Birliği (AB) idaresinde, Avrupa Birliği Deniz Gücü (EUNAVFOR MED IRINI) IRINI Harekâtı’nın (Alman, İtalyan, Fransız ve Yunan deniz unsurlarından teşkil edilmiş) deniz unsurlarından Alman Sachsen sınıfı (Tip 124), F-222 borda numaralı, Hamburg isimli fırkateyninin Libya Misurata Limanı’na taşımacılık yapmak üzere seyir halinde olan, Arkas Konteyner Taşımacılık A.Ş.’ye ait M/V Roseline A isimli ticaret gemisini gayri nizami ve gayri hukuki olarak kontrol etmesiyle gerçekleşti.

AB ve Alman yetkililer tarafından yapılan açıklamayla; IRINI operasyonu ve unsurları, mevcut operasyonda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2292 (2016) ve 2526 (2020) sayılı kararları uyarınca Libya’ya gerçekleştirilen ambargonun uygulanmasına katkıda bulunmak üzere AB tarafından yetkilendirilmesinden dolayı haklı bulunmuştur. AB’nin İtalyan, Alman, Yunan ve Fransız deniz kuvvetlerinin birleşmesi ile yapılan operasyon verilen ad ile de çelişmiştir. Bu arada IRINI Yunanca’da ‘barış’ anlamına gelmektedir. Dikkate değer bir diğer husus ise mesafelerdir ki; barış getirmeye çalışan ülkelerin denizlerden Yunanistan’a en yakın limanından 100 milden daha uzak olan Libya’nın, Almanya ve Fransa için ise 100 milden daha da uzak bulunması manidardır. Ayrıca Fransa’nın Arap yarımadası ve Kuzey Afrika’daki sömürgeci faaliyetleri geçmişte daha ağır günümüzde de hafiflemiş olarak karşımıza çıkmaktadır.

 Peki bahse konu maddeler ne demektedir?

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin;

1-2292 (2016) 3.paragrafında … provided that those member states make good-faith efforts to first obtain the consent of the vessel’s flag State prior to any inspections pursuant to this paragraph…” ifadesi yer almakta ve EUNAVFOR MED Operation Sophia harekâtına katılan (veya diğer ülkelerin) savaş gemilerinin Libya’ya giden veya Libya’dan çıkış yapan ve anılan bu ülkeyle bağlantılı silah kaçakçılığına karıştığından şüphelenilen gemileri, Libya kıyıları açıklarında/açık denizlerde belirli şartlar altında denetlenmesi ancak denetleme öncesinde ilgili bayrak devletinin rızasının alınması şartı ile mümkün olabileceği açıktır.

 Bu açıklamayı destekleyen iki önemli şartın sağlanması gerekmektedir;

 ·         Müdahale eden devletin veya teşkilatlanmanın, Libya'ya veya Libya'dan silah veya ilgili malzeme taşıdığına inanmak için makul gerekçeleri olması,

·         Denetim öncesi, ilgili geminin bayrak devletinin onayını almak için iyi niyetle davranılması hususlarıdır.

 

2-2526 (2020); Birleşmiş Milletler’e (BM) üye devletlere Libya açıklarında şüpheli görülen deniz taşıma araçlarını arama yetkisi verilmesidir.

Avrupa Birliği Deniz Kuvvetleri, IRINI Operasyonu’nu (EUNAVFOR MED IRINI); BM’nin Libya'ya silah kısıtlamasını uygulaması amacıyla 31 Mart 2020'de başlattı. IRINI Operasyonu, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (CSDP) çatısı altında bulunan bir AB askeri operasyonudur. Roma’da merkezi bulunan Avrupa Birliği Deniz Gücü (ABDG-EUNAVFOR) IRINI Harekatı’nın operasyon komutanlığını İtalyan Tuğamiral Fabio Agostini, operasyon komutan yardımcılığını Fransız Tuğamiral Jean-Michel Martinet ve denizdeki taktik komutanlığını da Yunan Tuğamiral Theodoros Mikropoulos yaptı.

Temel olarak unsur komutası an itibariyle İtalyanların kontrolündeyken, Yunan amiralin operasyon sorumlusu olması, 22 Kasım 2020’de vuku bulan olay için yanlı kalınmasının da sebebi gibi durmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu Akdeniz’de faaliyet gösterdiği yeraltı kaynakları arama çalışmalarının, özellikle Akdeniz’de en uzun sahil hattına sahip ve denizel hakların bu bağlamda en fazlasına sahip olması gereken ülke olan Türkiye’nin, saha dışında tutulmaya çalışılması en kaba tabirle söz sahibi olmayan ülkelerin kabadayılıkla bu coğrafyada yer sahibi olmaya çalışmasına benzemektedir.

16. yüzyıldan günümüze kadar gelen ve uluslararası hukukta da önemli bir yeri olan fikir babası Hugo Grotius’un ‘Denizlerin Serbestisi-Mare Liberum’ felsefesine bile ters davranış sergilenmiştir. Uluslararası suda, silahsız ve tehdit unsurları içermeyen bir ticaret gemisine operasyonda bulunulması ve geminin yaklaşık 16 saat alıkonulması tamamıyla hukuksuzluğun 2020’de vücut bulmuş halidir.

Aynı zamanda Güney Kıbrıs Rum yönetiminin bu alanda arama faaliyetinde bulunması doğal karşılanırken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’nin aynı alanda arama yapmasına özellikle Yunanistan’ın, Güney Kıbrıs Rum yönetimi kalkanı ile AB’de haklarının gasp edilmesi beyanı sonucunda yanlılık propagandası yapması gerçekliği ile karşılaşılmaktadır. Birçok arama alanına millerce uzak olan Yunanistan kendinde arama hakkını doğal görürken, Türkiye’nin kıyısı bulunan Akdeniz’de ve özellikle Doğu Akdeniz’de arama yapmasına karşı durulması akıl ve mantıkla izah edilebilecek bir durum değildir.

 Dikkati çeken bir diğer ve aslında çok önemli husus ise; 1949 yılında kurulan ve 1952 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti’nin üye ülkesi olarak bölgede önemli bir yerinin olduğu NATO teşkilatlanmasıdır. Aynı zamanda harekâtı gerçekleştiren unsurlardan İtalya ve Fransa’nın 1949, Yunanistan’ın 1952, Almanya’nın ise 1955’ten itibaren NATO ülkesi olmasıdır. Yani kuruluş felsefesi gereği müttefik olan bu ülkeler, sözde Libya’da askeri dengeyi ve barışı sağlamak adına NATO teşkilatlanmasında müttefik durumda bulunan ve topraklarında konuşlanılmış üslerde kendi silahlı kuvvetlerinden askerleri bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin ticaret gemisine dostane olmayan tutumlarda bulunmaları müttefiklik hususunda soru işaretleri barındırmaktadır.

 Fakat yakın tarihe bakılırsa;

 ·         Özel kuvvetlerimize 4 Temmuz 2003 yılında yapılan yakışıksız ve kabul edilemez saldırıda müttefikliğe gölge düşürürken, 

·         22 Haziran 2012 tarihinde, hava kuvvetlerimize ait silahsız ve tanıtma sistemleri açık halde hareket eden RF-4E Phantom model uçağımız ihlal gerekçesi ile Suriye tarafından ihtarsız olarak düşürülmüş ve IRINI harekâtını gerçekleştiren AB tarafından arabulmaya çalışılırken,

·         Roseline A gemimize hukuksuzca çıkarma yapılırken aynı arabulucu AB ortak görev gücü tarafından gerçekleştirilen operasyon serinin AB ve savundukları “Barışın tarafındayız.” savında, utanç duyulması gereken etkilerinden olmuştur.

 
Son olarak; kuruluş amacında barış ve güçsüzlere yardım ve dayanışma olan Avrupa Birliği misyonlarının devamı için oluşturdukları savunma unsurlarının yaptığı hukuksuz ve orantısız yaklaşımlar şu soruyu akıllara getirmektedir: ’’Güçlü olmak mı? Haklı olmak mı?’’